Alışkanlıklarımız… Ne pahasına olursa olsun vazgeçemediğimiz, vazgeçmeye çalıştığımızda “beni bırakacak kadar güçlü değilsin” diyebilen alışkanlıklarımız. Elbette alışkanlığımız eğer bizden bir şey götürmüyorsa, hatta bize bir şeyler katıyorsa ondan kurtulmaya çalışmanın da pek anlamı yok. Ama zaman zaman, tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış tadında olaylar karşısında bu alışkanlıklarımızı gözden geçirmeye başlayabiliyoruz. Bizde alışkanlık yaratmış konseptlerden biri olan Lara Croft ve dolayısıyla Tomb Raider oyununda olduğu gibi.
Evet, Karanlıklar Prensesi, ya da diğer adıyla Angel of Darkness adlı kabusun üzerinden tam üç sene geçti. Paris’in göbeğinden Prag’a, oradan da daha birçok yere gidip “macera” yaşadığımız, serinin en kötü, en kaçınılası, en iğrenilesi oyunuydu belki de bu. Oyunun sadık fanlarını bile bezdirecek kadar acayip ve kullanışsız bir oynanışa, bir o kadar bug’a ve anlaşılamaz bir sona sahip olan oyundan sonra bizde alışkanlık yaratan bu Lara Croft konseptini şöyle bir gözden geçirmeye başladık. Acaba buraya kadar mıydı? İç sesimiz, “o kadar acımasız olma, her iyi şeyin bir sonu vardır, belki ileride bu büyük hata düzeltilebilir” dese de, dışımızdan durumun hiç de bu şekilde olamayacağını söylüyorduk ardı ardına. Bütün bunlar olurken, bu duyguyu bizlerle paylaşan milyonlarca insan, tepkilerini bizden daha iyi bir biçimde dillendirmiş olacaklar ki, oyunun yayıncı firması da bu olumsuzluk üzerine gitmeye karar verdi ve yapımcı firma, bir daha bu denli büyük bir hatanın olmaması için değiştirildi. Sonunda müjde verildi; Lara dönecekti, hem de hiç olmadığı kadar güzel, hızlı, etkileyici olarak. Acaba doğru muydu? Bekledik, bekledik… Oyunun tanıtım videolarını izledik, ekran görüntülerine baktık. “Sanki” dedik, “gerçekten bir değişim oluyor”…
Lara gelene kadar zaman geçirmek için bir arının bal toplamak için çiçekten çiçeğe konması gibi, biz de oyundan oyuna atlayıp, seneler önce Lara ile kaybettiğimiz maceracı ruhumuzu arıyorduk o oyunlarda. Oyunların her biri ne kadar güzel olursa olsun, hiçbiri Lara ile atıldığımız ilginç maceraları, son dakikada hayatta kalmalarını, bin bir türlü doğa güzelliğini bırakın tattırmayı, andırmıyordu bile. Hele üzerine saatlerce kafa yorduğumuz bulmacaları resmen mumla arıyorduk. Oyun bolluğu içerisinde oyun kıtlığı yaşarken, herkes birbirine anlamsız 1 Nisan şakaları yaparken, Eidos bize belki de hayatımızdaki en güzel 1 Nisan’ı yaşatmak istercesine Lara’nın yeni macerası Tomb Raider: Legend’ın demo’sunu piyasaya sürdü. Sunucuların doluluğunu, hard diskimde kurulu oyunlar yüzünden 1 GB’lık boş yerimin olduğunu bile bile hemen demo’yu indirmeye koyuldum. Demo’dan günler önce yayınlanan tanıtım videoları heyecanımı katbekat arttırmış olsa da, gerçekten çok temkinliydim. Ne de olsa büyük hayallerin, büyük hayal kırıklıkları olurmuş. 256K’lık bağlantımın yettiği ölçüde ve hızda demo’yu indirip kurdum. Bu bir şaka olmalıydı… Karşımızdaki, evet karşımızdaki Lara olamazdı. Sanki, sanki o başka biriydi ve oynadığımız oyun da Tomb Raider değildi. Zaten olmasına imkan yoktu, zira Tomb Raider oyunları hiç bu kadar mükemmel olamazdı!
Şimdiye kadar incelediğim oyunlar arasından sanırım en önemlisi Tomb Raider: Legend. O yüzden oyunu bitirmeden yazısını hazırlamadım. Ama sanırım böyle yaptığım iyi oldu, çünkü oyunda o kadar çok değişiklik, fark edilmeden atlanabilecek o kadar çok ayrıntı var ki, oyunu daha oynamamış olanları da düşünerek, elimden geldiğince hem detaylı, hem de yüzeysel bir biçimde hepsine tek tek değineceğim. Aslında inceleme yazısından sonra bir de tam çözüm yazmak isterdim, ancak ne oyun tam çözüme bakılıp oynanacak kadar zor, ne de o kadar uzun.
Evet, aylardır, yıllardır beklediğimiz, geç olsun ama güzel olsun diye beklediğimiz oyunumuz 7 Nisan’da piyasaya çıktı. DVD olarak gelen oyun, çoklu dil desteğine sahip olması dolayısıyla biraz hacimlice. Eskiden maksimum 1,5 GB kurulum dosyasına sahip olan oyun, bu defa 4,3 GB. Tabi kurulunca ebat daha bir artıyor ve 7,12 GB’a çıkıyor. “Lara için 50 GB’ımız feda olsun” dediğinizi duyar gibiyim, o yüzden ebat faslını burada bitirip asıl incelemeye geçmek istiyorum.
Oyun klasik “karanlık” Tomb Raider oyunlarından çok farklı bir havaya sahip. Bunu daha başlangıçtaki videodan görebiliyoruz. Başlangıç demişken, açılışta bir de nVIDIA logosu mevcut. Oyunun bu marka ekran kartlarında daha iyi performans verdiğini ima etmiş yapımcı amcalar, ancak grafik bölümünde uzun uzun anlatacağım üzere durumlar maalesef o kadar da iç açıcı değil.
Oyunun ana menüsü oldukça değişmiş durumda. Oyunu eğlenceli ve birden çok defa oynamaya uygun kılmak için birçok değişiklik ve yenilik yapılmış. Ayrıca son birkaç oyundur ziyaret edemediğimiz Lara Croft’un malikanesi oldukça büyümüş ve işe yarar hale getirilmiş bir biçimde bu oyunda, hatta bizzat ana menüde duruyor. “Elin kızının evine girip ne yapacağım” diyorsanız, yapılabilecek şeylerden bazılarını anlatayım. Malikane çok iyi ve geniş bir biçimde yapılmış. Odalar, antrenman alanları vs. gerçekten zaman harcanarak yapılmış. Burada, oyunu %100 tamamlamanızı sağlayacak secret’lardan tutun da antrenman salonunda oyuna başlamadan önce sizin işinize yarayacak sistemleri kullanmanıza kadar bir tomar işe yarar özellik bulunmakta. Tabi tercih sizin, eğer isterseniz doğrudan oyuna da dalabilirsiniz. Ama bence en azından bir yarım saat zaman ayırıp evi dolaşın. Ana menüde dikkat çeken hadiselerden biri de (Stir me up?) Extras bölümü. Burada, oyunda ilerledikçe açtıracağınız karakterlerden tutun da, Lara’nın farklı mekanlarda giydiği elbiselere, mekanların konsept çizimlerinden silah upgrade’lerine kadar birçok şeyi görebilirsiniz. Ama benim hala açtıramadığım “Special” bölümü var. Sanırım oyunu %100 bitirince açılabilecek bir bölüm burası.
Ana menüden options kısmına geldiğimizde el atacağımız iki yer var; biri display bölümü, diğeri ise yeni kontrollerin nasıl olduğunu, hangi tuşun ne işe yaradığını anlamak üzere controls bölümü… Eğer sisteminiz iyi değilse en başta kapamanız gereken kısım, HDR efektlerinin yoğun bir biçimde kullanıldığı “next generation content” ve “fullscreen effects” kısımları. Diğer bölümleri PC’nizin performansına göre ayarlarsınız. Kontroller kısmına da göz attıktan ve gerekli tuşları öğrendikten sonra, new game diyerek oyuna başlayın, diğer yenilikleri ve kontrolleri bu kısımda anlatacağım.
Kedi kadar hızlı, kedi kadar atletik, kedi kadar güzel, kedi kadar maceraperest (?)
Aynen başlıktaki gibi -son kısım biraz karambola gelmiş gibi mi duruyor ne-. Oyuna başladığımız ilk andan, hatta izlediğimiz giriş videosundan sonra, “acaba gerçekten bu kadar atik mi olmuş bu kız” dedim. Evet, olmuş. Giriş videosunda oyunun hikayesinin anlatıldığı kısımdan sonra -konuyu söylemem, kendiniz oynayın görün-, Görevimiz Tehlike 2’de Tom Cruise’un dağa tırmanma sahnesine benzer bir sahneyle karşılaşıyoruz. Ardından oyuna başlıyoruz. Başladığımız andan itibaren eski kontrollerin resmen çöpe atıldığını, TPS tarzı oyunlardan alışageldiğimiz fare, W, A, S, D, Space tuşlarının yeni kontrol sistemimizin temelini oluşturduğunu görüyoruz. Bunların yanında Q, E ve ilerleyen bölümlerde H, J, K (K’yi Ctrl ile değiştirmenizi öneririm) oldukça çok işimize yarayacak. E bizim aksiyon tuşumuz. Kol çekmeden, taş iteklemeye, yerden düşmanların silahını almaya kadar çokça işe yaramakta. Ha bir de, duvara tırmanırken eğer tırmanışımız kısmen başarısız olur da, tırmandığımız yerde el işareti çıkıyor ve E’ye basarak kendimizi sağlama alabiliyoruz. Aynı şekilde duvara tırmanmış şekilde yan yan ilerlerken E’ye basarak daha hızlı ilerleyebiliyoruz. Bu da bizi atraksiyona sevk eden duvar yıkılmaları vs. olaylardan zarar almadan kurtulmamızı sağlıyor. Çatışmalar sırasında zaman zaman ekranda beliren ünlem işareti sırasında E’ye basarsak otomatik olarak ateş edip sağı solu yıkmak suretiyle düşmanları etkisiz hale getirip sevinç haykırışlarına boğulabiliyoruz. Q ise “yeni nesil kement” diyebileceğimiz bir aleti kullandığımız tuş. Eğer çevrede çıkış yolu bulamaz ve parlayan bir nesne görürseniz, ona dönerek Q’ya basın, ardından E’ye. Bakın o nesneyi yerinden bir güzel oynatıyorsunuz. Oyun içerisinde el alışkanlığı kazandıkça, hayat kurtaran bir alet olacak bu. Bir de, zıplamanız ve illa ki bir yerlere tutunmanız gereken yerlerde arka arkaya Space’e basarsanız eğer tutunacak uygun yerler varsa, Lara kementini otomatik olarak atıp kendini sağlama alıyor. Son olarak bakıp da ulaşamadığımız secret’ları bu kement ile toplayabiliyoruz.
Kontroller arasına fare girmiş ve olaylar TPS oyunlarındaki gibi ilerliyor demişken, çatışmalarda farenin özelliğini aynen bu tarz oyunlarda olduğu gibi korunduğunu hatırlatayım. Karşınıza düşman çıktığı zaman fare aracılığıyla anında vurabiliyorsunuz. Oyunda bir de Z tuşuna basarak kısmi bir FPS bakış açısına geçebiliyorsunuz. Bu da mutlak nişan almanız gereken yerlerde, ince ayarla atış yapabilmenize olanak sağlıyor.
Kontrollerden sonra oynanıştaki değişikliklere geldi sıra. Aslında gelişen teknolojiden çoğu zaman şikayet ediyoruz. Hem ekran kartları, hem hızlı ve yeni işlemcilerin pahalı olmasından filan ama inanın, teknoloji, oyunlarda işlevsel özellik kazandığı zaman gerçekten bu harcanan paralar gözümüze görünmüyor. En son Half Life 2’de gördüğümüz gelişmiş fizik motorunun oynanışa doğrudan etki etme olayı (tahterevalli ve tuğla bulmacasını hatırlayın) Tomb Raider: Legend’da tavan yapmış durumda. Karşımıza çıkan bulmacaların çoğu zaman doğrudan fizik kurallarına göre çözülmesi, oyundaki gerçekçilik payını bir hayli arttırmış. Hem gerçekçilik hem de Lara’nın inanılmaz hızlı hareketleri sayesinde yakalanan hoş atmosfer gerçekten oynanmaya veya en azından çevrede oynayan birileri varsa izlenmeye değer.
Bazı bölümlerde, yapımcı firmalar yine HL 2’deki gravity gun benzeri bir alet ile resmen bize şov yaptırıyor. Motorda aksak, eksik hiçbir yan olmaması, attığınızı rahatlıkla vurabilmeniz oyundan alınan zevki birkaç kat arttırıyor. Benzer şekilde grafiklerdeki yenilenme ve HDR teknikli çizim sayesinde çevre karanlıkken karşınıza “böö” diye çıkan amcalar, ya da yaratıklar atmosferi büyük ölçüde tamamlıyor. Karanlık demişken, kendi kendine şarj olabilen bir fenerimiz var, çoğu zaman büyük iş görmekte kendileri.
Kedi kadar hırçın, kedi kadar çılgın, kedi kadar hayalperest (?)
Oyun, oynayanı sıkmıyor ve kesinlikle tek düzelikten çok uzak. Şöyle ki, oyunda konu gereği ülke ülke dolaşıyoruz. Tomb Raider: Angel of Darkness’ta gördüğümüz Türkiye yazılı kutular, Madame (adını hatırlayamadım) X’in ofisinde bulunan Türkiye haritası ve Peri Bacaları resimleri yüzünden bir sonraki oyun, dolayısıyla Legend’ın Türkiye’de geçebileceğini, en azından birkaç bölümünün oynanabileceğini bekliyordum. Türkiye diye beklerken maalesef; Peru, Bolivya, Gana, Japonya, İngiltere, Nepal ve Kazakistan’a gidiyoruz oyun boyunca. Gönül isterdi ki Kazakistan yerine Türkiye olsun ama, ne yapalım… Ülke ülke dolaşıyoruz dedik, e buna uygun elbise lazım değil mi? Kazakistan’da kar yağarken şortla, t-shirt’le dolaşılmaz, Bolivya’da da kot pantolonla, kazakla dolaşılmaz değil mi? Oyunun tek düzeliğinden kurtulmak için yapılan değişikliklerden biri de anladığınız üzere, mekana göre elbise değişimi. Elbiseler, bölümleri ilerledikçe outfit bölümünde açılıyor ve malikanemizdeyken yatak odasına gittiğimizde kafamıza göre elbisemizi değiştirebiliyoruz.
Mekan değişiklikleri sadece elbisemizi değiştirmiyor, bizim çevreyle olan uyumumuzu ya da karşılaştığımız durumlarda verdiğimiz tepkileri de değiştiriyor. Mesela Kazakistan’da buzlu suya düştüğümüz zaman hemen enerjimiz azalmaya başlıyor. Bunun gibi birkaç olay daha var, ama onları da siz keşfedin dilerseniz.
Oyunda önceki oyunlardan farklı olarak yardımcılarımız da bulunmakta. Malikanemizde bulunan Zip bize oyun boyunca nerede nasıl hareket etmemiz gerektiğini anlatıyor. Ayrıca yeni oyunla gelen bir başka güzellik de artık PDA’ya sahip olmamız. PDA’mız aracılığıyla nerede, kaç dakikadan beri bulunduğumuzu, yanımızdaki ekipmanların neler olduğunu, yapmamız gereken görevin ne olduğunu rahatlıkla öğrenebiliyoruz. Ancak itiraf etmeliyim ki, PDA’yı oyun boyunca ya 3 ya 4 defa kullandım. Sanırım pek alışamadım bu cihaza.
Daha önce de kullandığımız motosiklet, oyunumuzda biri çok uzun olmak üzere üç bölümde yer alıyor. Matrix: Reloaded’da Trinity’nin bindiği Ducati markalı motosikletimiz, özellikle uzun uzun bindiğimiz bölümde, bize hayli keyifli dakikalar yaşatıyor. Diğer bölümde ise adeta bir macera filmi içerisinde gibi hissediyorsunuz kendinizi. Yapımcıları tebrik etmek lazım, bir motosikletle bu kadar heyecan yaşatabilmek kolay değil.
Oyunda göze çarpan bir diğer nokta ise en son Fahrenheit oyununda gördüğümüz sinematik içinde olayları yönetebilmemiz üzerine yapılan yönlendirme hareketleri. Legend’da da bu olaya yer verilmiş ve oldukça hoş ve farklı bir hava yaratılmış. Ekranda gösterilen tuşlara zamanında basmazsanız en son kayıt noktasından tekrar başlamanız gerekiyor. Oyundaki kayıt sistemi de otomatik işliyor. Eski oyunlardaki anlık kayıt imkanı bu oyunda kaldırılmış maalesef. Eğer zor bulmacalı bir bölümde takılırsanız, bölümü geçmek işkenceye dönüşebiliyor.
Tomb Raider serilerinin vazgeçilmezi bulmacalar ise, önceki oyunlara nazaran sanki biraz daha sönük ve basit geldi bana. En çok cırmaladığım oyun Tomb Raider: The Last Revelatin’dan sonra sanırım bulmaca çözme yeteneğim bir hayli arttı. Tabi doğrudan iki oyunu kıyaslarsak, en kaba tabiriyle Legend, Hello Kitty kıvamında olmuş olur Oyuna aşina olmayanların kolay kolay çözemeyeceği bulmacalar çoğunlukta. Daha önce TR oynamış olanlar ise en fazla 3 saat uğraşırlar en zor bulmacalarla.
Oyunun zorluk seviyesi de bölüm aralarında değiştirilebiliyor. 3 farklı seviye arasından kendinize en uygun olanı seçip başlayın. Eğer seviye hoşunuza gitmezse, bir sonraki bölüme farklı bir seviye ile başlayabilirsiniz. Zorluk seviyesi tespit ettiğim kadarıyla sadece çatışmalarda kaybettiğiniz enerjinizle doğru orantılı. Onun haricinde bulmacalar üzerinde bir etkisi yok. Zorluk seviyesi demişken aklıma boss’lar geldi. Aşağı yukarı her bölümün sonunda bir boss’umuz var. Bazıları çok kolay halledilirken, bazılarını normal darbelerle öldürmek imkansız. Arada kısmen bir bulmaca çözmeniz gerekebiliyor. Zorluk ayarlarının bulunduğu yerde, kendine güvenen oyuncular için time trial bölümü mevcut. Burayı seçtiğinizde bölümü belirli bir süre içerisinde bitirmeniz gerekiyor. Zorlayacaktır, dikkat derim
Son olarak grafik, ses, müzik ve sistem ihtiyaçlarından bahsetmek istiyorum. Oyundaki HDR olayı çok hoş. Grafikler baştan aşağı değişiyor bu özelliği etkinleştirdiğiniz zaman. Ancak her güzel olayın bir kötü yanı olduğunu hatırlatırcasına bu özellik sisteminizi ağlatmaya çok müsait. AMD 3200+ işlemci, 6600 GT (575/1200 MHz) ekran kartı, 1024*768/85 Hz çözünürlükte maalesef HDR açıkken can çekişiyor. HDR özelliğini kapadığım zaman ise FPS tavan yapıyor ve aşağı yukarı 80’e çıkıyor. HDR açıkken ise 10-15 civarı. Gerisini siz düşünün. Bazı forumlarda tam performans almak için 7800GTX 512’nin bile yer yer yetmediği konuşuluyor. O yüzden benim makinem niye kasıyor diye sızlanmayın HDR özelliğini kapalı tutun.
Oyunda kullanılan ses efektleri yerli yerinde. Bir bölümde gittiğimiz şelaleli mekan, insanın içini açıyor. Tabi hem şelale sesi hem de orada gördüğümüz gökkuşağı atmosferi mükemmelleştiriyor. Çevreyle etkileşime girip, yakıp yıktığımız mekanlar, duvarlar, patlattığımız variller vs. çok iyi bir biçimde ayarlanmışlar ve eğer iyi bir ses sistemiyle oynarsanız, en azından iyi bir kulaklıkla oynarsanız, ne demek istediğimi anlarsınız. Lara’nın ve diğer karakterlerin seslendirmeleri de oldukça canlı. Lara’nın duruma göre tepki verme ses efektleri de hoş ve farklı yapılmış. Arka planda bölüme uygun şekilde çalan parçalar ise oynayanı havaya sokuyor ve hiçbir şekilde aşırılık yok.
Daha anlatmak istediğim çok şey var, ancak sizi sıkmak istemem. Sanırım bu hevesli inceleme yazısından, oyunun ne kadar eğlenceli, ne kadar parasının hakkını veren ve HDR açıkken ne kadar sistem canavarı bir oyun olduğunu anlamışsınızdır Size tek bir şey söyleyeceğim; bu oyunu mutlaka ve mutlaka oynayın. Uzun yıllardan sonra köklü bir değişime uğramış olan hanım kızımızla maceradan maceraya atılın. Herkese iyi oyunlar.