Ruslar tarafından geliştirilmiş bir oyun oldu mu kafanızda iki tane senaryo üretirsiniz. Birincisi mutlaka Çernobil Nükleer Santrali’nde çıkan kaza ve ardında bıraktığı zombi misali yaratıklardan oluşur. Bu senaryoya sahip bir oyun büyük ihtimalle FPS türündedir ve karşınıza çıkanı sorgusuz sualsiz öldürürsünüz. Hoş sorguya da suale de çekseniz cevap verecek birini bulmamamız muhtemeldir. Zombi işte ne yaparsın! İkinci senaryo ise bilimsel deneyler sonucunda “mükemmel insan” yaratayım derken eline yüzüne bulaştırmakla kalmayıp bir de kendi yaratıkları tarafından hakkın rahmetine kavuşan bilim adamlarının hikayesidir. Siz de başkahraman olarak ya bu bilimsel araştırma laboratuarında hademe falansınızdır ya da bir arkadaşa bakıp çıkacaksınızdır ama kendinizi keşmekeş içinde bulmuşunuzdur bir kere. Ne tesadüftür ki ikinci senaryo da oyunlaştırıldığı zaman FPS türüne ait olur ve yine karşınıza çıkanı sorgusuz sualsiz öldürürsünüz.
Yıllardır ertelenip duran, E3 fuarlarında sürekli boy gösteren ve büyük vaatlerle piyasaya sürülen You Are Empty de bu bahsini ettiğim furyanın yeni ürünü. Bilgisayar oyunu severlerin, hayallerini yıkacak türden bir yapım. Bu oyundan sonra kafamda artık bir konu kesinleşti; elinizdeki yapım Rus oyunuysa ve zombiler varsa FPS olmak zorundadır! Beni bu konuda aydınlatan You Are Empty, karşımıza çıkanı hiç sorgusuz öldürmek üzere kurulu olduğundan senaryoya da fazla önem vermemişler. Aslında ortada bir deney var, acı çeken insanlar, hayvanlar var. Her nasıl olmuşsa hepsi birer zombiye dönüşmüş ve beynimizi yemek için can atıyorlar. Buraya kadar şaşırılacak hiçbir şey yok elbette. Ne zaman ki oyunu oynamaya başlıyorsunuz, düşmanlarınızın birbirinin aynısı birer klon olduğunu gördüğünüzde elinizde olmadan şaşırmaya başlıyorsunuz. Acaba maruz kaldıkları biyolojik deneyler tüm düşmanların birbirinin aynısı mı yapmıştı, yoksa yapımcılar birden fazla düşman modellemesi yapmak için yeterli zamanı bulamamışlar mıydı? Yok canım ikincisi olacak değil ya, tabii ki ilk cevaptır doğru olan�
HANIM, DEDE YADİGÂRI TÜFEĞİMİ GETİR!
Garip bir hastanede, garip bir biçimde, kendimizi de garip hissederek uyanıyoruz. Elimize ilk geçirdiğimiz silah bir İngiliz anahtarı. Sakın Half-Life’dan alıntı diye düşünmeyin. Hiç öyle olur mu? Bir kere orada levye vardı. Ne alakası var levyeyle İngiliz anahtarının (Opposing Force’u da nerden çıkardınız)? Neyse konumuza geri dönelim. Sevgili kahramanımız ile hastane içindeki birbirinden ilginç düşmanlarla savaşıp dışları çıkmaya çalışıyoruz. Hastane bölümünde elliden fazla düşmanı haklıyoruz, ama toplam düşman çeşidimiz iki! Bunlardan ilki zombiye dönüşmüş, ayaklarından yaralı hastalar. İkincisi ise onları iyileştirmek için göğüs dekoltelerine güvenen hemşireler. Bu iki düşmanımız da birbirinden hantal yapıda olduklarından haklamak hiç sorun değil. Kafalarına bir ölçü İngiliz anahtarı geçirin hepsi bu! Biraz ilerleyince ilk ateşli silahınız olan tabancayı elde ediyorsunuz. Ama oyunun başındaki bu ilk zombilerde silahı kullanmaya çalışmayın. Sert bir cisimle tek vuruşta ölen zombiler tabancanızın mermisine maruz kaldıklarında yere düşmek için en az iki kurşuna ihtiyaç duyuyorlar. Zaten hantal ve salaklar, ne gerek var ki kurşun harcamaya!